31 Ağustos 2011 Çarşamba

Birinci, İkinci ve Üçüncü Milenyum'a Dikkat!

     Milenyum sözcüğünü duymuşsunuzdur. Bu sözcüğün anlatmak istediklerini almış olduğum notlarımdan seçerek yazdım. Azınlık vakıflarının mal varlıklarının iadesi ile Ramazan ve Zafer Bayramı'nda neden bayram yaptıklarını  medya marifetiyle öğrenmiş bulunmaktayım. Bu vesileyle Milenyumu şimdi daha iyi anlayacağınıza inanmaktayım. "İbrahimi Dinler, Dinler arası diyaloğ, Ilımlı İslam"  vb. ifadelrele, kiliselerin açılması, kiliselerin onarılması, Torba yasa (KHK)ile Rum ve Ermeni vakıflarının bütün mal varlıklarının iade edilmesi, aşağıda belirttiğim milenyumun adım adım gerçekleştiğinin ispatı değil midir?Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışında Türk insanının kanına, canına, malına, namusuna, istiklâline kastedenler , Anadolu'yu yakıp yıkanlar, (Emperyalist devletlerin emrinde)Rum ve Ermeni eşkiyaları değil midir?
     
      Milenyum bin yıl demektir.Batılı  ve Latin asıllı bir kelimedir. Müslümanlıkla değil, Hıristiyanlıkla ilgili bir kelimedir.
      Hıristiyanlara göre;
      Birinci Milenyumda Hıristiyanlık bütün Avrupa’ya yayılacaktır.
      İkinci Milenyumda ise Hıristiyanlık Müslümanlıkla mücadele edecektir.
      Üçüncü Milenyumda Hz. İsa yeryüzüne inerek bütün insanları Hıristiyanlaştıracaktır.
      Dünya birinci Milenyumu yaşamıştır. Şu anda İkinci Milenyum yaşanmakta bu nedenle Müslümanlarla mücadele edilmektedir. Ardından sıra üçüncü Milenyuma gelecektir. Hz. İsa’nın yeryüzüne inerek bütün insanları Hıristiyanlaştırmasına. Bütün Hıristiyanlar bunun için çalışmakta , bunu beklemektedirler.
 
       Papa 2. Jean Paul;
     “Birinci yüz yılda Avrupa’yı,
       İkinci yüz yılda Amerika’yı,
       Üçüncü yüz yılda Asya’yı Hıristiyanlaştıralım” demiştir. İşte Milenyum budur.
      
   
 
       Türkiye hâlâ uyanmamış, gözlerini ovuşturmakla meşguldür.
    

Benden Söylemesi...

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Uşakça şuura hâkim olursan
Hem de Sam amcandan akıl alırsan
İlimde, teknikte yaya kalırsan,
Ülke kurtuluşa ermez arkadaş!
 
Kimi ihtirasın uşağı olmuş
Merkebin yuları, kuşağı olmuş
Akılları belden aşağı olmuş
Ülke kurtuluşa ermez arkadaş!
 
Bak dünyaya bunun örneği dolu
Nasıl kırdırdılar sağı ve solu
Bence, bulunmazsa idrakin yolu
Ülke kurtuluşa ermez arkadaş!
 
İnsana benzeyen kaba taşlarla
Kafa diye içi bomboş başlarla
Bu zamanda badem gözlü şaşlarla
Ülke kurtuluşa ermez arkadaş!
 
Dalkavukluk merkebine binerek
Tavus kuşu görüntüsü vererek
Deve kuşu gibi başı gömerek
Ülke kurtuluşa ermez arkadaş!
 
Bunca nimetlere yok ise şükür
Eğer Yaradan’ a olmazsa zikir
Güneş kadar gerçek değilse fikir
Ülke kurtuluşa ermez arkadaş!
 
15.12.1993

30 Ağustos 2011 Salı

Türk Olmaktan Şeref Duyarım

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Yaratıldığımda Türk konmuş adım
Mete Han, Alparslan, Fatih... Üstadım
Güçlü bir devlete nasıl susadım
Türk’üm, hakikate Hakka uyarım!
Türk olmaktan sonsuz şeref duyarım!
 
Türk, bembeyaz lekesiz kara benzer
Cana hayat veren sulara benzer
O cennet denilen diyara benzer
Türk’üm, bu ada canım koyarım!
Türk olmaktan sonsuz şeref duyarım!
 
Türklüğüme haset eden var gibi
İblis yüreğimde gerçek yar gibi
Türk, Dünyayı koruyan bir zar gibi
Türk’üm, beş bin yıldır Türk’tür ayarım!
Türk olmaktan sonsuz şeref duyarım!
 
Baş eğmek, diz çökmek yakışmaz Türk’e
Adalete doyar girdiğim ülke
Atam, Mete Han’dan ta Atatürk’e
Türk’üm, ecdadımı candan sayarım!
Türk olmaktan sonsuz şeref duyarım!
 
28.05.1994

Fatiha İle Açılır Bütün Kapılar

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Rabbimim kelamı o can Kuran’ın
Açılır kapısı Fatiha ile…
Bu âlem de kula gelen zor anın
Açılır kapısı Fatiha ile…
 

Yazılmış katında bu alın yazın
Akılla varılır tadına hazın
Beş vakit kılınan bütün namazın
Açılır kapısı Fatiha ile…
 

Sıkıntıya karşı güçlü ve metin
Bilin değerini ulvî hikmetin
İstenen, beklenen bütün rahmetin
Açılır kapısı Fatiha ile…
 

İslam abidesi inancın, tarzın
Her şeyden tatlıdır lezzeti farzın
Gök kubbenin, ahiretin ve arzın
Açılır kapısı Fatiha ile…
 

Rahmetine banar aklıyla Bir'in
İsrafil’in suru ile kabirin
Cenneti Ala’da bütün her yerin
Açılır kapısı Fatiha ile…
 

11.01.2000

Arabanın Rengi

           Ahmet Vefik Paşa Fransa’da Devlet-i Aliye elçisidir. Faytonunu Fransa İmparatorunun faytonunun renklerine boyatır. Şehre her çıkışında halk İmparatorun arabası geliyor diye ona saygı duymak için işini gücünü bırakarak sokaklara dökülür ve selama durur. Bunun üzerine Fransız İmparatorluğu’ndan Ahmet Vefik Paşa’ya bir teklif gelir. Faytonunun rengini diğer faytonların renklerine boyamasını isterler. Ahmet Vefik Paşa Hay hay! Yalnız bir şartım var der. “Sizin, İstanbul’daki sefaretinizdeki görevliniz Padişahın kayığının rengine boyadığı kayığının rengini değiştirsin hemen arabamın rengini değiştiririm” der.

Etten, Kemikten Ve Ruhtan Bir Çelik!

 Vatana, bayrağa adamış ser-i,
Vatan, bayrak olmuş nazlı dilberi,
Var mı bu Dünyada eşi, benzeri?
Etten, kemikten ve ruhtan bir çelik!
İşte, ölümsüz kahraman MEHMETÇİK!
 
Canıyla verilmiş ibadet ona
Bayrağa kan vermek saadet ona
Bir şereftir Haktan şahadet ona
Etten, kemikten ve ruhtan bir çelik!
İşte, ölümsüz kahraman MEHMETÇİK!
 
Bir cepheden bir cepheye varan o
Vatan toprağına kanın karan o
Al Bayrağı bedenine saran o
Etten, kemikten ve ruhtan bir çelik!
İşte, ölümsüz kahraman MEHMETÇİK!
 
 
18.03.1996

Neyzen Tevfik’ten

    
 
     Ünlü hiciv şairi Neyzen Tevfik bir ara hükümetten belli bir tahsisat almaya başlar. O zamanki Cumhuriyet Halk Partisi’nin en etkili ve yetkili
 
sözcülerinden biri olan Cevdet Kerim, Neyzen’in cebine giren bu 3–5 kuruştan rahatsız olur ve tahsisatın kesilmesi için harekete geçer. Bunu duyan
 
Neyzen Tevfik şu iki mısra ile taşı gediğine kor:
 
   
    ‘Rızk için Allah Kerim,
 
     Fısk için Cevdet Kerim!’
* “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırtmasın Mehmet Akif ERSOY

* “Budur cihanda en beğendiğim meslek; sözün odun olsun hakikat olsun tek." Mehmet Akif ERSOY

* “Tekerleri dört köşe bir arabaya bindirdiler bizi, bir gidiştir gidiyoruz” Arif Nihat ASYA

* “O da bir gazi olmak istedi Fakat ona anlatmak gerekti ki, Şehit olmayı göze almayan gazi olamaz”Arif Nihat ASYA
                                                                                                                                                                                                                                                                                                     * * “Türk bir vazife için yaratılmıştır. O vazife kâinat güzelleştiği zaman biter.” Hüseyin Nihal ATSIZ

* “Bir millet, büyümek ve iş yapabilmek için kendisinin büyük bir millet olduğu inancını duymalıdır.” Hüseyin Nihal ATSIZ

* “Şerefliler taviz vermezler. Şerefin tavizi yoktur.” Hüseyin Nihal ATSIZ

Ey Gençler!

Azınlık Vakıflarına verilen imtiyazları medya vasıtasıyla dinleyince, okuyunca  Ömer Seyfettin'in 1912'de yazdığı yazıyı sizlerle paylaşmak istedim. Yorumu siz okuyuculara bırakıyorum

Ey bugün eski devirden kalma mekteplerin dar dershanelerindeki kuru sıralar üzerinde müstakbeli kazanmak için çalışan gençler, sizi bekleyen vazifeler pek ağırdır. Siz, bütün dünyaca siyasi ve sosyal mevcudiyeti silinmek istenen bir milleti kurtaracaksınız. Evet bütün dünyaca... Avrupalıların hilal ve haç namına yaptıkları haksızlıkları şüphesiz biliyorsunuz. Unutmayınız ki, etrafımızdaki Bulgar, Sırp, Karadağ, Yunan hükümetleri ihtizar (bekleme) dakikalarımızı beklediklerini saklamıyorlar. Rumların, Bulgarların, Sırpların Osmanlıların vatanındaki mektepleri meydanda. Oralarda şiddetli bir Türk düşmanlığı talim olunuyor ve bunu bütün dünya biliyor, gazeteler yazıyor. O halde korkmayınız (...)
Harici düşmanlarımızın kırmızı pençeleri, bu pençelerin zehirli tırnakları içimizde, kalbimizin üzerinde kımıldıyor. Ey gençler bunları siz duymuyor musunuz? Yirminci asırdaki vâsi müthiş ehlisalib (haç ehli) silahsız ve medeni hücumlarını zavallı yetim hilâle, bizim üzerimize, Osmanlı Türklüğüne tevcih ediyor; 500, 600 sene evvelki mağlubiyetlerin intikam heyecanları bugün kabarıyor ve siz ey gençler, hâlâ uyuyor musunuz?
Uyanınız, zafer için düşmanlarımızı tanımak lazımdır ve biliniz ki, bu sırada muharebeyi ordular yaparsa da muzafferiyeti asla kazanamaz. Muzafferiyet intizam ve gelişmenindir (...) Gelişme ise ilmin, fennin, edebiyatın hepimizin arasında yayılmasına bağlıdır. Ve bunları neşir için evvela lazım olan millî ve umumî bir lisandır. Milli ve tabiî bir lisan olamazsa ilim, fen, edebiyat yine bugünkü gibi bir muamma halinde kalacaktır. Asrımız gelişme asrı, mücadele ve rekabet asrıdır. (Ömer SEYFETTİN  Genç Kalemler, 24 Nisan 1912)

 

*Raşim EKŞİ’nin ‘Türk’e ruh verenler’ yazısından

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Bayram Tebriği

30 Ağustos Zafer Bayramı'nın 89. yılını kutlar Türk Milleti'ne nice zaferler bahşetmesini yüce Allah'tan niyaz ederim.

Ayrıca Türk Dünyası'nın ve İslam Alemi'nin Ramazan Bayramı'nı en içten dileklerimle kutlar, sağlıklı, huzur dolu, başarılı günler dilerim.

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Herkes Yediğinden İkram Eder

     Yavuz Sultan Selim Han zamanında, İran şahı, Sultan Selim'e.kıymetli mücevherlerle süslü bir sandık hediye gönderir.  Sarayda sandık açılır. İçinden çeşit çeşit değerli taşlar, kıymetli atlas, kadife kumaşlar çıkar. Fakat bir den pis bir koku yayılır. Dehşet bir koku, herkes burnunu tıkar. Ne olduğunu anlamaya çalışırlar ve  en alttaki bohçadan insan pisliği çıkar… Yani Osmanlı'ya acayip bir hakaret!!!!!
Cihan padişahı Yavuz Sultan Selim Han  emir verir;
"Herkes düşünsün, buna ince bir şekilde cevap vermeliyiz"
Ve cihan padişahı yine çözümü kendisi buluy. Aynı şekilde değerli mücevher ve kumaşlarla süslü bir sandık hazırlatır. İçine o zamanın Osmanlı İstanbul'unda imal edilen gül kokulu en nadide lokumlardan bir kutu ile kutunun en altına da ve bir satır yazıdan oluşan küçük bir pusula gönderir..
Şah sandığı açar. Açtıkça güzel bir koku ve en altta bir kutu lokum. Anlam veremez tabii...
Osmanlı elçisi yer önce, sonra oradakilere ikram eder.
Şah kutunun içindeki pusulayı görür ve alarak o bir satırdan ibaret olan yazıyı okur:
- "Herkes yediğinden ikram eder" !!!!

Ülkenin Tapusunu İstediği Gibi Kullanma Yetkisi

''KHK(Kanun Hükmünde Kararname) ile diğer kamu kurum kuruluşlarının, yerel yönetimlerin ve kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarının yetkisini almakta hukuken bir sakınca görmeyen Bakanlar Kurulu, 17 Ağustos 2011 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanan 648 sayılı KHK ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığına tüm ülkenin tapusunu istediği gibi kullanma yetkisi vermiştir. Bakanlar Kurulu dışında ülke kaderi üzerinde karar verecek ve karara katılacak yetkili, özerk bir kurum bırakmamaktadır.''
Yapılan değişikliklerle, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına yeni ve olağanüstü yetkiler devredildiğini ve tanındığını öne süren TMMOB(Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Başkanı) Mehmet Soğancı, şu görüşleri savundu:

''Bu değişikliklere göre, hiç kimse ama hiç kimse artık elindeki tapuya güvenmesin. Tapu, ister kamu kurum ve kuruluşunun, ister özel kişinin, isterse devletin hüküm ve tasarrufu altında olsun bu tapu ve araziler üzerinde istediği tasarrufu yapma yetkisi yalnızca ve yalnızca Çevre ve Şehircilik Bakanlığındadır.

1-Harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değişikliklerini resen yapmak, yaptırmak, onaylamak, iki ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde ruhsat ve yapı kullanma izni vermek,
2-Kamu ya da özel kişilere ait taşınmazlar üzerinde yapılacak yatırımlara ilişkin 3 ay içinde onaylanmayan etüt, çevre düzeni, nazım ve uygulama planları ya da ruhsatlandırma ve yapı kullanma izinlerini vermek şeklindeki yetkiler, aslında yerel yönetimleri yetkisiz kılmakla eş anlamlıdır,” demektedir.

Bıçaklar İliğe Dayandı!

Hangisinin suçu yok, günahı yok?
Şehide,  gaziye içten vahı yok
Bunca yanlışından bir eyvahı yok
Bıçaklar iliğe dayandı artık
 
Bülbül diller karga gibi ötmekte
Garibana kanun gücü yetmekte
Sabır tespihini millet çekmekte
Bıçaklar iliğe dayandı artık
 
Terör baş belası kan emen kene
Yönetenler rahmet dilerler gene
Medyanın her yanı bir kuru çene
Bıçaklar iliğe dayandı artık
 
Çekiyoruz otuz yıldır acıyı
Şehit verdik ana, baba, bacıyı
Dinden çıkardınız bizim hacıyı
Bıçaklar iliğe dayandı artık
 
09.12.2009

Allah’tan Siğil değil, “sivil” hastalığı!

İster akılsızlık deyin, ister paranoya deyin, isterseniz olur mu böyle şey deyin. Oldu işte!  Bende benim bile anlayamadığım, doktorların dahi şaşırıp kaldığı bir “sivil” (“sivil” fobisi mi desem, “sivil” tercihimi desem ) hali oluştu.Nasıl diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Anlatayım:

Ramazan ayı dolayısıyla sahura kalktığımda yemek, ekmek, çay kelimesi geçtiği anda anında beynimde şimşekler çakıyor ve o anda “sivil mi” diye karşılık veriyorum. Gerçi bende eskiden beri “sivil” isteği, tercihi hat safhadaydı. Fakat bu kadar ileri gideceğini ben bile tahmin edemezdim.Evin kapısının zili çaldığında “kim o” diye sormuyor, “sivil mi o” diye soruyorum. Allah’tan karşıdan gelen cevaplarda soruma uygun geliyor. “Evet sivil.” O zaman bendeki sevinci görmeyin gitsin. Adeta çocukların şımarıklığına benziyor.
Bir defasında evin meyve, sebze ihtiyaçlarını karşılamak için eşimle Cumartesi pazarına gittim. Alacağım domates, patlıcan, karpuz, soğan için satıcıya “sivil mi” diye sorduğumda yüzüme aval aval bakışını hiç unutamıyorum.  Niçin öyle bakıyorsun, ‘benim her şeyin “sivil” olmasını isteme hakkım yok mu’ dedim. Hiç cevap vermedi ama başını bir sağa, bir de sola çevirdi.  “Manyak bu” diye düşündü galiba.

Bendeki bu hal bununla bitmiyor. Kıyafetlerim konu olduğunda ilk tepkim “sivil mi,” hangi ayakkabını giyeceksin diye sorulduğunda da “sivil olanı” diye cevap veriyorum.

Bendeki bu hastalık bu günlerde medyanın da yardımıyla “anayasamız sivil olsun, sivil yönetim gelsin, asker ve polis de sivilleşsin” gibi düşünceler geliştirmeme sebep oldu. Anlayacağınız “süper sivil” yaşayışına tutulmuş bulunmaktayım. Benim gibisi var mı bilmiyorum. Ben her şeyin “sivil” olmasını istiyorum. Fakat Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni siviller değil ordunun kurduğunu söylüyorlar. İşte o anda benim sigortalarım atıyor. Bende sivil olmayanların kurdukları cumhuriyet yönetiminde yaşıyorum ve “sivil” hastalığına tutuluyorum. Hakikaten ben hastayım değil mi? Allah kimseye böyle bir rahatsızlık vermesin ve bana şifalar nasip etsin. Dualarınızı bekliyorum.

 

 

 

Teröristler Kaymakam ve asker kaçırdı

       Şu anda geçim sıkıntısı ve sağlık konusunda olumsuzlukları olmayanların keyifleri gayet yerinde olsa gerk. Allah bütün insanlara huzurlu, mutlu ve güven dolu bir hayat nasip etsin. Amin…
        Ülkenin huzur ve güvenliğini sağlamak uğruna gece demeden gündüz demeden bölücü terör örgütü ile mücadele eden güvenlik kuvvetlerimizden Allah razı olsun.  Şehitlerimize rahmet, gazilerimize acil şifalar dilerim. Yüreğimiz onlarla birlikte atmaktadır.
         Buna rağmen askerlerimizin terörle mücadelede karşılaştıkları zorlukları ve “mahkemelerce” açılan soruşturmaları hepimiz medyanın verdiği kadar bilmekte ve görmekteyiz.
        Bütün bunlar yaşanırken terör örgütünün Diyarbakır, Bingöl ve Muş’ta yol denetimleri yaparak insanlarımızı kaçırması üzerinde gerektiğince durulmamıştır ve kaçırılanların birçoğundan hâlâ haber yoktur. Bu konu ile ilgili haberi ilgilerinize sunmak istiyorum. Kaçırılanların ailelerine sabırlar diliyorum. İşimiz Allah’a kaldı…
 

 Kaçırılanların Sayısı 12’ye çıktı
 Dİyarbakır’da kara yolunu kesen bölücü teröristler, Kaymakam adayı K.E. (30) ile Mardin’deki birliğinden izinli olarak memleketi Bulanık’a gitmekte için yola çıkan er A.Ç’yi yol kontrolünün ardından kaçırdı. 
 
Adam kaçırmalar durdurulmalı
 Bölücü, eli kanlı terör örgütü önceki gün gerçekleştirdiği olay ile son dönemde sivil asker toplam 12 kişiyi kaçırmış oldu. Daha önce de Diyerbakır’ın Lice ilçesinde yol kesip 1 astsubay başçavuş, 1 uzman çavuş 1 sağlık teknisyenini kaçıran teröristlerin önceki kaçırma olayları şöyledir:
26 Mayıs'ta: Diyarbakır’ın Hazro İlçesi Belediye Başkanı Feyzullah Mehmetoğlu’nun oğlu  Fuat Mehmetoğlu, kaçırıldı.
7 Ağustos'ta: Adaklı İlçesi’ne bağlı Ferez Köyü’nde teravih namazı sonrası Bingöl’ün tanınmış işadamlarından Abdullah Tuz kaçırıldı. Sonra serbest bırakıldı.
9 Ağustos'ta:  Özel bir şirkete ait Hidroelektrik Santrali (HES) Bingöl’ün Karlıova ilçesine bağlı Derinçay köyü yakınlarında basılıp,
3 iş makinesi ateşe verilErek ve 3 işçi kaçırıldı.
10 Ağustos'ta: Bingöl-Diyarbakır karayolu kesilerek 2 vatandaş kaçırıldı.
 

İlgililer hâlâ sessiz. Şimdi siz  rahat mısınız? Kaçırılan bir yakınınız olsa ne yapardınız? (KŞ)
 

*13 Ağustos 2011 tarihli  Medya haberlerinden

26 Ağustos 2011 Cuma

Eğitim mi önemli cibilliyet(soy-sop) mi?

Padişah vezire sormuş:
-Vezir! Demiş cibilliyet mi eğitim mi?
-Eğitim mi önemli cibilliyet (soy-sop-mezhep) mi?
-Vezir düşünmeden cevap vermiş:
-Cibilliyet padişahım.
Padişah memleketin her yerine tellallar çağırtmış.
-Duyduk duymadık demeyin en iyi hayvan eğiticisine yüz kese altın... En iyi hayvan eğiticisi padişahın huzuruna çıkarılmış. Padişah hayvan eğiticisine sormuş:
-Bir kediye tepsiyle servis yapmayı ne kadar zamanda öğretebilirsin?
-Altı ayda öğretirim padişahım.
Altı ay dolmuş, huzura alınmış. Padişah:
-Öğrettin mi?
-Öğrettim padişahım.
 Saray erkânı toplanmış, kedi elinde tepsi servis yapmaya başlamış, tam vezirin önüne gelmiş; padişah yine vezire sormuş:
-Vezir! Demiş. -eğitim mi önemlidir cibilliyet mi?
Vezir padişahın sorusuna cevap vermeden önce cebinde hazır tuttuğu fareyi yere bırakmış. Kedi tepsiyi attığı gibi farenin peşinde koşmaya başlamış. Tabi altı aylık eğitimde boşa gitmiş.
Vezir cevap vermiş.
-Cibilliyet padişahım. Önüne bir fare düştüğünde, eline bir fırsat geçtiğinde, çıkarı için vatanını satmaktan, halkını harcamaktan tereddüt etmeyecek yüksek eğitimli kedilerden, Rabbimiz bu memleketi, bu milleti muhafaza kılsın.

Bulamaç Ve Eşek Adaları Kimin?

        Gündelik işlerimizden ya da küçük, basit ve menfaate dayalı davranışlardan dolayı mıdır, nedir bir çok gerçeğifarketmiyoruz.  Ülkemizde "aydın" denilen kişiler tarafından da görmemezlikten geliniyor. Bir ülkenin ait olduğu tarihi evraklarla kesin olan Bulamaç ve Eşek adalarına Yunanistan tarafından  üç ay önce işgal edildiği ve Yunan bayrağı çekildiği bilinmesine rağmen biz ülkemizde kendi ordumuzla mücadele etmekteyiz. Her ne hikmetse bunun adını da "demokratikleşme" adı ile yutturmaya, yutturulamazsa gargara yaptırmaya çalışıyoruz. Daha önceki bir yayında Oğuz Han'ın (Mete Han) vatan topraklarına ne kadar değer verdiğini ile ilgili yazıyı yayınlamıştım. Vatan topraklarına sahip çıkmayanlar gelecekte büyük acılarla karşılaşabilirler. Bu tür umursamamazlıklar emperyalist devletler için karçırılmaz fırsatlardır. Biz neden ve nasıl bu hale geldik? Millet olma özelliğimiz dumura mı uğradı. Konu ile ilgili yazıyı aşağıdadır. Birlikte okuyalım.Yayin Tarihi 2 Haziran, 2011
                                                                                                                                                                                                                                                                                                            Bulamaç ve Eşek Adaları Kimin?

Türkiye’ye mi, Yunanistan’a mı Ait?
 
 Mayıs 2011 başlarından itibaren Türk basınında Bulamaç ve Eşek adalarının Yunanistan tarafından işgal edildiği, adalarda yunan bayraklarının dalgalandığı haberleri yer almaktadır. Konu, Ocak 1996’da Türkiye ile Yunanistan’ı savaşın eşiğinden döndüren “Kardak Krizi” ile birlikte, hukuki yönleri de ele alınarak incelenmiştir.
Bu haberler özellikle de Demokrat Parti (DP) milletvekili adayları Ümit Yalım ve Bünyamin Altunelli’nin iddiaları üzerine kamuoyunun dikkatini çekmiştir. Yalım ve Altunelli’nin iddiasına göre Bulamaç ve Eşek daları 2004 yılından itibaren Yunanistan tarafından işgal edilmiştir. Emekli Kurmay Albay olan DP İstanbul 1. Bölge milletvekili adayı Ümit Yalım, tezini “Bu iki ada 1549 yılında Türk egemenliğine girmiş ve 462 yıldır Türk egemenliğinde olan adalardır!”[1] ifadeleriyle savunmaktadır.
Doç. Dr. Celalettin Yavuz
TÜRKSAM Başkan Yardımcısı

Ezan Sesi

Biz sensiz olamayız  hiçbir zaman
Hep göklerimizde kal ezan sesi
Dünya batağında şu gönlümüze
Nurlu ışığını sal ezan sesi
 
Her kalbe işlenen ilâhi inci
Yaşarız duydukça candan sevinci
Ezelden rakipsiz, eşsiz, birinci
Altın madalyayı al ezan sesi
 
O ahengi duyan, kapan övünsün
Allah’a kul olup tapan övünsün
İlâhî besteni yapan övünsün
Mümin gönüllere dal ezan sesi
 
Her zaman her yerde, dünyada bir de
Lidersin müzikte, sözde, şiirde
Âlem tespih eder her bir tekbirde
Semavi âlemden bal ezan sesi
 
13.02.1994

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)´den Güzel Sözler

* "Allah’a ve ahiret gününe imân eden kimse, komşusuna eziyet etmesin." 

* "Ahir zamanda pek az bulunan şey, güvenilecek kardeş ve helal yoldan kazanılan paradır."

* "Amellerin en hayırlısı sevdiğini Allah için sevmek buğzettiğine de Allah için buğzetmektir.

* "Bilgisizler içinde bir bilgili, ölüler içinde bir diridir."

* "Başkalarının kusurlarından bahsetmek istediğin vakit, kendi kusurlarını hatırla. o zaman başkalarının kusurlarıyla alakadar olmaya hakkının olmadığını hatırlarsın. "

* "Bela insanın diline bağlıdır. bir kimse bir şeyi “yapmam” dedi mi, şeytan her işini bırakıp onu yaptırana kadar uğraşır. "

* "Bir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha iyi miras bırakamaz. "

* "Cihad, kıyamet gününe kadar geçerli bir emirdir."

* "Cihadın en faziletlisi zalim sultan katında hakkı söylemektir."

Al Elimi, Erik Hırsızları

         AL ELİMİ

         Bir Kayserili boğulmak üzeredir. Onu kurtarmak isteyenler “elini ver” derler. Kayserili vermeyi sevmez ve elini vermez. Kayseriliyi kurtarmak isteyen diğer biri ona “al elimi” der. Kayserili adamın elini alır ve kendini kurtarır.

         Kayserili vermeye alışık değildir.

          ****

        ERİK HIRSIZLARI

Bünyan’da yukarı bahçelerde erik hırsızlamaya giden iki kişi, yanlışlıkla ceviz ağacına çıkmışlar. Erik zannederek cevizleri koyunlarına doldurmuşlar. Tenha bir yerde içlerinden biri erik niyetine cevizi dişlemiş ki zehir gibi...
Karanlıkta elindeki nesneye bakıp şöyle demiş:

Endamın erik

Yördemin erik

E kökü batasıca

Avılar mı çalık

     (Şahinde Bürüngüz'den)

 

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Efendim Lenin’i mi Getireyim

         Sovyetler Birliği dağıldıktan sonraki yıllarda Rusya’ya turist olarak gelen bir Amerikalı bir ayakkabıcıya gider. “Ayakkabı var mı” diye sorar. Ayakkabıcı “yok” der. Amerikalı; “ayakkabı olsaydı kaç dolar ederdi” diye sorar. Ayakkabıcı “50 dolar” der. Amerikalı bir 100 dolar çıkarır ayakkabıcıya verir. Ayakkabıcıda hemen bir ayakkabı çıkararak Amerikalıya verir.
          Amerikalı oradan bir kürkçüye geçer. Kürkçüye,”kürk var mı?”Diye sorar. Kürkçü “yok” deyince, “olsaydı ne kadar olurdu” der. Kürkçü; “500 dolara olurdu” der. Amerikalı çıkarır 1000 dolar verir. Kürkçü hemen bir kürk getirerek Amerikalıya verir.
          Oradan ayrıldıktan sonra Amerikalı saatine bakar. Uçağın kalkmasına daha çok vakit var. Gelmişken bir de Lenin’in mozolesine gideyim diye düşünür ve gider.
          Lenin’in mezarına vardığında asker Amerikalıyı durdurur. Şu anda öğle vakti, yasak” der. Amerikalı; “yasak yokken giriş ücreti ne kadardı” diye sorar. Asker; “yasak yokken ücretsizdi” der. Amerikalı bir 100 dolar çıkarıp Rus askerine uzatır. Asker önce 100 dolara bir bakar ve sonra alır ve hazır ola geçerek; “Efendim Lenin’i mi getireyim, siz mi gidersiniz” der.

Utanmazlara bak' Lütfen okuyun!

 Yeniçağ gazetesi yazarı Selcan TAŞÇI'nın basından seçtikleri
 
PKK mayınlı pusu kuruyor... Kolu, bacağı gövdeden, evladı anadan, babayı yavrusundan ayırıyor... Bunlar hâlâ “açılımı kapatmayalım” diyor. Ay-yıldıza sarılı tabutlar geçit töreni yaparken, hiç utanmadan bunu yazabildiğinize göre, kalp yerine taş mı taşıyorsunuz bedeninizde?

Operasyonları tetikleyen bu süreç, sivil inisiyatifleri zayıflatmamalı. TBMM’nin açılacağı 1 Ekim, barışın miladı olmalı.
Derya Sazak / Milliyet

Bize düşen, bıçak kemiğe dayandığı anda bile sabırlı ve tahammüllü davranmak.
Mümtaz’er Türköne / Zaman

AK Parti iktidarını da pusuya düşürerek mayınlamak isteyen sinsi ve kanlı iradeye karşı (...) savaş lobisini duvara dayayacak barış atağına kalkılamaz mı?
Mehmet Altan / Star

“Şiddete misliyle karşılık” gündemde; ama bu denenmiş ve başarısızlığı hüsranla tescillenmiş bir yöntem...
Oysa açılım, denenmemiş olandı.
Can Dündar / Milliyet

Soğukkanlılık en çok devletin sorumluluğudur ve böylesine hassasiyetin en yüksek olduğu zamanlarda gerekir. Hükümet (...) demokratik enstrümanları da devrede tutmalıdır.
Mustafa Karaalioğlu / Star

Devletin isterse, ezip geçebilecek gücü olduğu konusunda kuşku yok ama genç insan cenazeleri ve öfkenin daha fazla bilenmesini yeniden göze almak mümkün değil, olmamalı.
Nuray Mert / Milliyet

Artan şehitler, heyecana kapılıp muhatap olduğumuz sorunun gerçek yüzünü unutturmasın...
Fehmi Koru Star

‘Bağımsız Kurum’ların bağımsızlıkları kaldırılmış

Bundan hangi vatandaşın haberi var. İşte biz böyle demokratikleşiyoruz. Vatana, millete hayırlı uğurlu olsun !

Milliyet gazetesinden Güngör Uras'ın yazısı
Torba kanunun satır aralarına sıkıştırılan madde ile 10 “Bağımsız Kurum”un bağımsızlıkları kaldırıldı:
1- Radyo ve Televizyon Üst Kurulu,
2- Telekomünikasyon Kurumu,
3- Sermaye Piyasası Kurulu,
4- Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu,
5- Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu,
6- Kamu İhale Kurumu,
7- Rekabet Kurumu,
8- Şeker Kurumu,
9- Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu,
10- Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu.
Sayın okuyucularım, mahkemelerin, üniversitenin, silahlı kuvvetlerin bile Hükümete bağımlı hale getirilmesinden sonra bu 10 bağımsız düzenleyici ve denetleyici kurula zaten gerek kalmamıştı. Karar vatana millete hayırlı olsun.

***

Kanun yapmanın bir tekniği, usulü vardır. Kanun halk için yapılır. Halk kanunu bilecek ki, kanuna uygun hareket edecek. Kanunda tek bir konu işlenir, kanun tek bir başlık altında yayınlanır. Kanun TBMM’nde komisyonlardan geçer, tartışılır. Milletvekilleri, muhalefet partileri görüş belirtir. Oylama yapılır. Olan bitenden halkın haberi olur. Şimdilerde KHK yetkisi alan iktidarlar, kendi kendilerine kanunlar yapıyor, kanunları değiştiriyor. Resmi Gazete’yi okuyan, yayınlan metinlerin içinden çıkabilen olur ise durumdan haberdar olabiliyor. Açıkçası: Sürprizzz... Sürprizzz!
Torba KHK’lar halk için çıkarılmıyor. Yöneticilerin yetkilerini artırmak, sorumluluklarını yok etmek için çıkarılıyor.
“Sen kanuna uyamıyorsan, değiştir kanunu. Kanun sana uysun” kapısının açılması çok, hem de çok tehlikelidir.

Hz. Kur'an

Granitten de sert kat kat olsa da
Siler, gönüldeki her pası Kur-an
Nice etkilerden rengi solsa da
Kalplerin en gözde cilası Kur'an
 
Müminin kalbinde ilâhî çiçek
Aklı olan için budur tek gerçek
İki cihanda da en geçerli çek
İlâhî şerbetin Hak tası Kur'an
 
Hücre de, beden de, hatta her canda
Allah (cc) adı kalpte, nabızda, kanda
Beş vakit yaşanır o şevk ezanda
Kâinatın kutsal yasası Kur'an
 
Bu, öyle bir aşk ki gitgide artar
Kör karanlıkları bir anda yırtar
En hassas terazi, ameli tartar
Mahşerde, mizanın okkası Kur'an
 
Yaratılmışların almaz mı aklı?
Her mümine açık, billûrdan paklı
Bağrında nadide değerler saklı
Rabbin ibret dolu kale’si Kur'an
 
Granitten de sert kat kat olsa da
Siler, gönüldeki her pası Kur'an
Nice etkilerden rengi solsa da
Kalplerin en gözde cilası Kur'an
 
10.03.1993
 

23 Ağustos 2011 Salı

Ağa ve Marabası

Zurnada peşrev teşbihte hata olmaz.
 
Köyün ağası yanına marabasını alıp traktörüyle kasabaya gidiyormuş. Yolda ağanın aklına marabayla alay etmek gelmiş. Yolun kıyısındaki tezeğin yanında traktörü durdurmuş;
"Ulan maraba" demiş" Şu tezeği görüyor musun?"
Maraba; "Görüyorum ağam" demiş.
"Şu tezeği yersen bu traktör senin"
Maraba şaşırmış.
Ağa;
"Gerçekten" demiş. "Ye tezeği, al traktörü"
Maraba, tezeği yemiş. Traktörün anahtarlarını almış, direksiyona geçmiş. Ağanın canı fena halde sıkılmış. Kasabaya kadar tek kelime etmemiş, asık suratla yan tarafta oturmuş.
Akşam dönüş yolunda, maraba bakmış ağanın alnında şimşekler çakıyor, gözleri kapkara… Ürkmüş. Bu ağa bu traktörü bana yar etmez, acısını kat kat çıkartır, bir de köyde tezeği yedirdiğimi anlatırsa milletin ağzına düşerim, rezilliğin bini bir para diye düşünüyormuş.
Bu iş böyle kalmaz diyerek, yol kenarındaki bir tezeğin yanında durmuş.
"Ağam" demiş. "Senin canın sıkkın. Benim de içime sinmedi bu iş. Ye şu tezeği , traktörü geri al."
Ağanın suratı buruşmuş. Ama köye, traktörü kaptırmış ve direksiyonda maraba, kendi arka tarafta dönmek de fena halde canını sıkıyor, çözüm bulmaya çalışıyormuş.
İstemeye istemeye aşağı inmiş, tezeği yemiş. Traktörü geri almış yeniden direksiyona geçmiş.
Tam köye yaklaşırken ağa marabaya dönmüş.
"Ulan maraba" demiş.
Maraba:
"Buyur ağam" demiş.
"Biz köyden çıkarken bu traktör kimindi?"
"Senindi ağam"
"Direksiyonda kim vardı?"
"Tabii ki sen ağam"
"Pekii şimdi bu traktör kimin?"
"Elbette senin ağam"
"Direksiyonda kim var?"
"Tabii ki, sen varsın ağam"
Ağa birkaç günlük sakalını kaşımış. Kasketini çıkartıp mendiliyle kafasındaki teri silmiş ve marabaya dönmüş:
"Öyleyse biz bu b.ku neden yedik?"

Ben Arapların Sağdan Okuduğunu Bilmiyordum

       Bir Coca Cola (Koka Kola) pazarlamacısı kola pazarlamak için Orta doğuya gider. Kendine çok ama çok güvenmektedir. Tanıtım amacıyla afişler yaptırır.
       Birinci afişte bir Arap çölde sürünmektedir.
       İkinci afişte sürünen adamın bir kola kutusu bulduğunu anlatan bir resim vardır.
       Üçüncü afişte ise adam kolayı içerken ayağa kalkmaktadır. Pazarlamacı, sürünen bir adamın kola kutusunu bulup, içindeki kolayı içtiğinde nasıl canlandığını afişlerde anlatmak istediğini söylemiştir. Fakat kola satışlarında hiç artış olmamıştır. Dostları; “çok güzel hazırlamışsın nasıl başaramadın” diyerek hayretlerini belirtmişlerdir.   
     
       Pazarlamacı; “ Ben Arapların sağdan okuduğunu bilmiyordum. Afişlerimi yanlış hazırlamışım” der.
 

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Ezan-ı Muhammed-i

Uyanırız her gün -yarı ölü- uykudan
Kalbe nur damlası akseder sudan
Nefis sende kurtul dipsiz kuyudan
Ezan-ı Muhammed-i ile…
 
Secdeye kapanır dağlar ve taşlar
Gün boyu tespihte, zikirde kuşlar
Bir günde beş vakit çağrıdır başlar
Ezan-ı Muhammed-i ile…
 
Bu aşk ile erir gönüllerde kar
Bu aşk gönülleri kavurur yakar
İman seli Hak deryasına akar
Ezan-ı Muhammed-i ile…
 
İman müminlerde sarsılmaz onur
Nurlu gönüllerde hatim okunur
Yeni doğanların adları konur
Ezan-ı Muhammed-i ile…
 
Yokları yok eder, kalmaz ki yokluk
Kaybolur bedende, ruhta soğukluk
Muhammed aşkıyla dolar mutluluk
Ezan-ı Muhammed-i ile…
 
28.05.1987
 

 

Kıble, bilgi, geçmiş, gençlik,yüz, ve millet

   
 * “Zahidin kıblesi, lütuf, kerem sahibi Allah'tır. Tamahkârın kıblesi ise altın torbasıdır.”   Mevlana
 
* “Bilgi, sınırı olmayan bir denizdir. Bilgi dileyense denizlere dalan bir dalgıçtır.”    Mevlana
 
* "Bir millete, geçmişini unutturmak, onu yok etmenin ilk şartıdır." Hüseyin Nihal ATSIZ
 
* "Bize bir gençlik lazımdır. Temelinde cehalet, duvarlarında riya, tavanlarında dalkavukluk bulunmasın." Hüseyin Nihal ATSIZ
 
* "Artık ikiyüzlüleri sevmeye başladım Çünkü yaşadıkça yirmi yüzlü insanlar görmeye başladım."  Mehmet Akif ERSOY
 
* “Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz.” Mehmet Akif ERSOY
 

Tilkinin Kurda dersi

Aslanla kurt arkadaş olmuşlar. Açlıktan kıvranırken ovada otlayan bir at görmüşler. Tepenin üstünden atı seyreden aslan kurda dönüp sormuş: “Gözlerim kızardı mı?” “Evet!”
“Kuyruğum dikildi mi?” “Evet!” “Tüylerim diken diken oldu mu?”  Kurt yine “evet” deyince Aslan yıldırım gibi saldırıp atı yere devirmiş.  İki arkadaş kendilerine ziyafet çekmiş. Bir zaman sonra aynı kurt tilkiyle dolaşmaya çıkmış.  Karınları iyice açıkmış. Tam o sırada ovada otlayan bir at görmüşler ve kurdun aklına önceki olay gelmiş ve tilkiye sormuş; “Gözlerim kızardı mı?” “Yooo!” demiş tilki. “Kuyruğum dikildi mi?”  “Hayır!” “Peki, tüylerim diken diken oldu mu?” “Olmadı!” diyerek gördüğü gerçeği söylemiş tilki. Duyduklarına bozulmuş kurt; “Evet desene!” diye kükremiş. Tilki bakmış pabuç pahalı, çaresiz “Evet, evet!” demiş. Marifetin, tilkiden duyacağı “Evet!”lerde olduğunu sanan kurt hışımla atın üzerine saldırmış. Saldırmış saldırmasına da, ömrünün en sıkı ve en güçlü çiftesini yemiş! Tilki cansız halde ve pestil gibi önüne yığılan kurdun başında ona uzun uzun bakmış ve demiş ki: “Hah işte! Şimdi gözlerin kızardı, kuyruğun dikildi ve tüylerin diken diken oldu!”

Türk Milleti Neden?

Beklenen gür sesin duyulsun artık
Niçin kör düğümü çözemiyorsun?
Sabrın bu kadarı bunaltır seni
Yurdunu rahatça gezemiyorsun
          Farkında olmadan aşınmaktasın
          Öyle dalgınsın ki kaşınmaktasın(!)
          Dikkat; yalnızlığa taşınmaktasın!
          Geleceği çabuk sezemiyorsun
Senin erkek sesin demiri biçer
Sen istersen her şey hazır ola geçer
Adındır hürriyet kalmazsın naçar
Hainleri hâlâ dizemiyorsun
         Yanılıp şaşıp ta koklama eter
         Aç gözünü tek tek incele yeter
         Olmasın yarınlar bu günden beter
         Batı denizinde yüzemiyorsun
Bir terbiye edebilsem donsuzu
Getirmek amacım sana sonsuzu
Kendini, yurdunu satan kansızı
Bir kalemde olsun çizemiyorsun
          Bilirim çizmeyi aşmamak lazım
          Mevsimi gelmeden taşmamak lazım
          Sendeki bu sabra şaşmamak lazım
          Lakin pislikleri süzemiyorsun
Söküp at içinden asalakları
Sende hak, adalet, insan hakları
Seferber ederek gönlü pakları
Gençliği özünle bezemiyorsun
         Senin Mohaç, Varna, Çaldıranın var
         Malazgirt’te yiğit Alparslan’ın var
         Çanakkale denen bir destanın var
         Neden mikropları ezemiyorsun?
Uyan artık uyan, bitsin bu yasın
Çelikten gövdende kalmasın pasın
Daha atmadı mı kafanda tasın?
Ne zamandır destan yazamıyorsun…
 
24.12.1993
 
 
 

(Devamı)Terörün Dünü...

1988-89 yılları bölücü terör örgütünün doğulu vatandaşlarımızdan oğullarından birini vermesini ya da 100.000 TL ödemsini itediği zamanlar. Bu olay Tarsus'un Bahçe Mahallesi'nde 100 Yıl İlköğretim Okulu yolu üzerinde  iki katlı bir evde vukubulmuştur. Halk bunu bimektedir. Fakat henüz devletimiz bir önlem almadığı için güvenlik kuvvetleri tarafından bilinmemektedir. Şikayette bulunan da olmamış. Aile oğlunu vermek istememiş. O zaman tarih bir verilmiş ve o tarihte paranın hazırlanması istenmiş. Ailede para da yokmuş. Ne yapacağını şaşırmış. O çevrede oturan doğulu vatandaşlar bir araya gelmişler. Paranın çok olduğunu bunun biraz indirilmesini talep etmişler. Ancak 70.000 TL'ye anlaşmışlar ve oğlunu terör örgütüne vermekten kurtulmuşlar.

Yine aynı yıllarda Tarsus Girne Mahallesi'nde bir kahvehanede garson olarak çalışan ve doğulu olan Cumali.... biz memleketi terör örgütü yüzünden terk ettik demiş. 9 kardeş olduklarını babalarından birini kendilerine vermesini iştemişler. Ya da para demişler. Ne oğlunu ne de parayı veremiyeceği için babası çocuklarınıda alarak eveini, barkını terk etmiş. Bunları Cumali çevresindek güvendiği arkadaşlara anlatmış. Yine devetin güvenlik kuvvetlerinin hiç birşeyden haberi olmamış.

Bu defa yıl 1996-97. Yine Tarsus'un Kavaklı Mahallesi'nde oturmakta olan doğulu vatandaşlardan bir ailenin çocukları yani kardeşler birbirleri ile kavga etmişler. Daha sonra kavganın sebebi anlaşılmış. Kardeşlerden biri devletin tarfını tutuyormuş Diğerleri babaları ile birlikte terör örgütünden yanaymış. Neticede devlet tarafını tutan kardeş kendilerine ait olan dükkandan çıkarılmış ve "bundan sonra ne halin varsa gör "diyerek aileden dışlanmış.

Bu yıllarda aynı mahallede terör örgütüne para toplayanların olduğu, yeşil kartlılar tarafından ilaçlar yazdırılarak terör örgütüne götürüldüğü halk içerisinde söylenmekteymiş.

Bütün bu olayların doğulu vatandaşların kalabalık olarak yaşadıkları mahallelerde olduğu söylenmiştir.

Gelelim bu güne... Bu günde bu gibi konularda önlemler alınmamakta, bütün vatandaşlar sokakta, evinde terör örgütünün korkusunu yaşamaktadır. Bir doğulu vatandaşın gazetelerde yayınlanan sözlerinde belirttiği gibi; "devletin istediğini yapmazsam devlet en fazla hapseder, Terörö örgtünün istediğini yapmassam soyumu bırakmaz!" Bunun için onların dediklerini yapmaktayım diye belirttiği görülmüştür.

Bu ve benzeri olabilecek olaylara karşı devletin güvenlik ve istihbarat birimleri nasıl bir önlem almaktadırlar. Bu güne kadar alınmayan önblemlerin ne zamana kadar alınacağı ise meçhuldür:

Bir an önce önlemler alınmalı ve bölücü terör örgütü temizlenmelidir.  Konunun ciddiyetini hâlâ fark edemeyen vekillerimizin olduğu bilinmekte, bir grup ise meclise gelmemekte direnmektedir. Bu gidişle işimiz yalnız ve ancak Allah'a kalmıştır. Allah yar ve yardımcınız olsun! Amin...

Şehidin Vasiyeti

Şanla, şanla dalgalan al bayrağım göklerde
Hainlik, şerefsizlik bulaşmasın bir ferde
Kanımın bir zerresi kalmasın asla yerde
Biliniz hesabını soracağım mahşerde!
 

Hainliği gör, duy, bil, tanı, sen de gayret et!
Dün gibi, esareti bütün gücünle reddet
Uğruna feda ettim gençliğimi ey millet!
Biliniz hesabını soracağım mahşerde!
 

Bedeli para ile ölçülür mü vatanın?
Hakkı yok mudur sence bunca şehit yatanın?
Haddini bildirmezsen sende Türk’e çatanın
Biliniz hesabını soracağım mahşerde!
 

Unutma, uyanık ol yıllar önce olana
Yutturmak istiyorlar kanma büyük yalana
Benim gibi, dikkat et ülkedeki talana
Biliniz hesabını soracağım mahşerde!
 

Terörün başı belli, müzakere edildi
Eşkıya soyluların ayağına gidildi
Türk’ün eşsiz vefası yine inkâr edildi
Biliniz hesabını soracağım mahşerde!
 

Kanım yerde kalmasın, dedim ya duyan var mı?
İnsanca yaşamaya hukuka uyan var mı?
Tüyü bitmemişlerin hakkını yiyen var mı?
Biliniz hesabını soracağım mahşerde!
 

Esaretin gözünde kale gibi dururum
Hak, hukuk, adaleti, hürriyeti solurum
Tekrar gelsem dünyaya yine şehit olurum
Biliniz hesabını soracağım mahşerde!
 

Bağırıp çağırmanın faydası oldu mu hiç
Adam olur mu alçak, kan ile beslenen piç?
Herkes bilsin yaşlılar birde bebekler hariç
Biliniz hesabını soracağım mahşerde!
 

03.04.2011

21 Ağustos 2011 Pazar

Alman Profesör (Naumark)'ün İtirafı

İstanbul Üniversitesi'nde öğretim üyesi Alman asilli Profosör. Naumark ile bir kısım talebesi Boğaziçinde geziye çıkarlar.
Talebelerden biri Profosör Naumark'a su soruyu sorar:

- Avrupa bizi neden sevmez hocam ? prof. Naumark su cevabi verir:

- Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalı Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır kilisenin Türk ve İslam düşmanlığı Hıristiyanların hücrelerine sinmiştir. Sebeplerine gelince:

1. Müslüman olduğunuz için sevmez. Ama faraza laik söyle dursun, Hıristiyan olsanız da size düşman olarak bakmaya devam eder.

2.Sizler farkında değilsiniz ama onlar su gerçeğin farkındadırlar: Tarihten Türk çıkarılırsa tarih kalmaz. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir.

3. Avrupa’nın pazarı idiniz. Simdi Avrupayı pazar yapmaya başladınız.

4. En az 400 yıl Avrupa'da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz.

5. Selçuklular Anadolu'yu, Osmanlılar ise orta Avrupa ve Balkanları Haçlı ordusuna mezar ettiler.

6. Sizi silah ile yenemeyenler, sizleri kendilerine benzeterek hakimiyet sağladılar. Önce ahlaki değerlerinizi yıpratmaya başladılar giyiminizden yaşantınıza kadar sonra kendi içinizde sizi bölmeye başladılar A-B-C-D gibi

7. Selçuklu ve bilhassa Osmanlı, İslamiyet uğruna her şeyini feda etmeseydiler, İslamiyet bugün belki sadece Hicaz'da varlığını devam ettirirdi, Kaldı ki Vahhabiliği kuranlar da, İngiliz Dominyon Bakanlığı'nın adamlarıdır. Batı her yerde İslamiyeti, sapık inançlara kanalize etti. Ama Osmanlı, Asr-i Saadet'i devam ettirdi.

8. Kilise size kin kusmaktadır. Ve sebepleri yukarıdadır.

9. Ben Türkiye'ye geldiğimde 2 üniversiteniz vardı, simdi 19 üniversiteniz var. (O tarihte öyle idi simdi ise çok daha fazla.) Osmanlı zamanında ise her yerde bir medrese vardı tarihinize bakın her medresede bilim eğitimi vardı. İlk denizaltını Osmanlı'nın yaptığını çoğunuz bilmiyorsunuzdur belki de, ama Avrupa bunu biliyor.

10. Sizler, gerçek hüviyetinize döndüğünüz an Avrupanın refahı ve medeniyeti yıkılır. Ama sizde bunun olması bu şartlarda çok zor.

11. Yine sizler, Avrupa'nın tarihi düşmanısınız ve daima düşman olarak kalacaksınız."

Evet, almasını bilene ders ve ibretlerle dolu bir itirafname.

 

Türk Tarihi Dergisi'nden

Ayağının Tozu Olmak İsterim

Rahmet peygamberi gönül sultanı
Yüreğinin haz-ı olmak isterim
 
Yaşadığın anın, tüm mevsimlerin
Baharı ve yazı olmak isterim
 
Sana yakın olmak isteğim, arzım
Yemeğinin tuzu olmak isterim
 
Hasretini çeker daim bu gönlüm
Ayağının tozu olmak isterim
 
Özüne, sözüne, yoluna uyan
Ardında bir kuzu olmak isterim
 
Ashabından Ali (ra) ya da Hamza’nın (ra)
Kollarında pazı olmak isterim
 
O mübarek ellerinle beslenen
Kapında bir tazı olmak isterim
 
Ümmetinin sevgi dolu özünde
Sevenlerin nazı olmak isterim
 
Sevgine müptela tüm gönüllerin
Tellerinin sazı olmak isterim
 
Kur-an’ın emrini bildirenlerin
Hatlarında yazı olmak isterim
 
Sana Resul diyen ana, babanın
Oğlu ya da kızı olmak isterim
 
Nurunla oluşan sevgi gölünün
Vazgeçilmez kazı olmak isterim
 
İnanan bir yürek için fark etmez
Bahçende bir mazı olmak isterim
 
08.04.2007

20 Ağustos 2011 Cumartesi

“Siz Onlardaki Bu Ahlâkı Bozmadan Yenemezsiniz!”

        Avrupa Hıristiyanları, Papa'nın kışkırtması ile oluşturdukları Haçlı ordusuyla Osmanlı topraklarına saldırınca, Kanuni Sultan Süleyman Orduyu Hümayun ile sefere çıkmış, Belgrat yakınlarında mola vermişti. Askerler, susuzluklarını gidermek, abdest almak için çeşme arıyorlardı. 

        Bir manastırın yakınında bir çeşme bulup, ihtiyaçlarını giderirken, manastırdaki birkaç rahibe, askerlere yardım etmek için çeşmenin başına geldi. Kadınların geldiğini gören askerler, hemen çeşmenin başından çekilip, sırtlarını döndüler, kadınlara yan gözle bile bakmadılar.

         Bu durumu uzaktan ibretle seyreden, Baş rahip, hemen eline kağıt-kalem alıp, haçlı kumandanına şunları yazdı:

     - ” Siz bu ordu ile nasıl başa çıkabilirsiniz? Bunlar kadına-kıza, mala-mülke önem vermiyorlar. Bütün mal ve mülklerini feda ederek, dinlerini yaymaya çalışıyorlar. Herkese karşı iyi davranıp, kimseye zulmetmiyorlar.
     - “Ey Haçlı kumandanları! Siz “Onlardaki bu ahlakı bozmadan, ortadan kaldırmadan” onlarla mücadele ederseniz, canlarınızdan ve mallarınızdan mahrum kalacağınız açıktır. Kendinizi ölüme atmayınız!..”

 

*Osmanlı Devleti internet sayfasından

 

19 Ağustos 2011 Cuma

Vahşi Batının 100 yıllık Sevr hayali!...

Batının talepleri
10 Ağustos 1920 
Bugün bölücüler, ‘özerklik’ ve ’çift dillilik “ adı adı altında ülkemizi parçalamak için hazırlanan Sevr’le aynı dili kullanıyor. İşte 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Antlaşması’nın o maddeleri:
Madde 62.
Fırat’ın doğusunda, ileride saptanacak Ermenistan’ın güney sınırının güneyinde ve 27. Maddenin II/2. ve 3. fıkralarındaki tanıma uygun olarak saptanan Suriye ve Irak ile Türkiye sınırının kuzeyinde, Kürtlerin sayıca üstün bulunduğu bölgelerin yerel özerkliğini, işbu antlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak altı ay içinde, İstanbul’da toplanan ve İngiliz, Fransız ve İtalyan  Hükümetlerinden herbirinin atadığı üç üyeden oluşan bir Komisyon  hazırlayacaktır. Herhangi bir sorun üzerinde oybirliği oluşamazsa, bu sorun, komisyon üyelerince, bağlı oldukları Hükümetlerine götürülecektir. Bu plan, Süryani-Geldaniler ile, bu bölgelerin içindeki öteki etnik ve dinsel azınlıkların korunmasına ilişkin tam güvenceler de kapsayacaktır.
Madde 63.
Osmanlı Hükümeti, 62. Maddede öngörülen komisyonlardan birinin ya da ötekinin kararlarını, kendisine bildirildiğinden başlayarak üç ay içinde kabul etmeği ve  yürürlüğe koymağı şimdiden yükümlenir.
Madde 64.
İşbu antlaşmanın yürürlüğe konuşundan bir yıl sonra, 62. Maddede belirtilen bölgelerdeki Kürtler, bu bölgelerdeki nüfusun çoğunluğunun Türkiye’den bağımsız olmak istediklerini kanıtlayarak Milletler Cemiyeti Konseyine başvururlarsa ve  Konsey de bu nüfusun bu bağımsızlığa yetenekli olduğu görüşüne varırsa, Türkiye de bu  bağımsızlığı onlara tanımayı ve bu  bölgeler üzerinde bütün haklarından ve sıfatlarından vazgeçmeyi şimdiden kabul eder. Bu gerçekleşirse, Kürdistan’ın şimdiye dek Musul İlinde oturan Kürtlerin, bu bağımsız Kürt Devletine kendi istekleriyle katılmalarına, Başlıca Müttefik Devletlerce hiçbir karşı çıkışta bulunulmayacaktır.

Amerika’nın talepleri
Tarih: 1920
İşte Sevr’in 62, 63 ve 64. maddeleri: Fırat’ın doğusunda, Kürtlerin yerel özerkliğini, İngiltere, Fransa ve İtalya’dan 3’er üyeli komisyon hazırlayacak. Osmanlı Hükümeti, komisyonun kararlarını 3 ay içinde kabul etmeyi ve yürürlüğe koymayı şimdiden yükümlenir. 1 yıl sonra bağımsızlık için Milletler Cemiyeti’ne başvururlarsa Türkiye bölgedeki tüm haklarından vazgeçecektir.

Bölücülerin talepleri
Tarih: 2010
İŞte BDP ile organik bağı olan DTK’nin geçen haftaki çalıştay(!) bildirgesi: 8 alanda örgütlenmeye gidilerek, özerklik inşa edilecek. Demokratik Özerk Kürdistan Toplum Kongresi, Türkiye Cumhuriyeti parlamentosuna kendi temsilcilerini göndererek ortak vatan politikalarına dahil olur. Demokratik Özerk Kürdistan kendisini temsil eden özgün bayrak ve sembollere sahiptir. Kürtçe eğitim dilidir.

Bölücülerin talepleri / 19 Aralık 2010
Geçtiğimiz hafta sonu toplanan Demokratik Toplum Kongresi çalıştayından, Sevr Antlaşması’nda olduğu gibi, bölünmenin önünü açacak olan “Özerk Kürdistan” girişimi çıkmıştı. Taslağa göre, 8 alanda örgütlenmeye gidilerek, özerklik inşa edilecek. İşte o taslaktaki maddeler: “Demokratik Özerklik’te siyasi yönetim, Toplum Kongresi’nde temsiliyetini bulur. Demokratik Özerk Kürdistan Toplum Kongresi, Türkiye cumhuriyeti parlamentosuna kendi temsilcilerini göndererek ortak vatan politikalarına dahil olur. Demokratik Özerk Kürdistan kendisini temsil eden özgün bayrak ve sembollere sahiptir.” Taslakta, Demokratik Özerk Kürdistan projesinin savunma politikasına da yer verildi. “Öz savunma” olarak tarif edilen politika, Kürtlerin kimliklerini koruma olgusuyla ilgili olduğu belirtilerek, “Tüm toplumlarda öz savunma, varlığını korumanın olmazsa olmazıdır. Demokratik özerklik statüsünün kabul edildiği koşullarda öz savunma, toplumu iç ve dış güvenlik ihtiyaçlarına göre oluşturulur. Şehir, kasaba, mahalle ve köyde yaşayan tüm halkların direnişini ifade eder” denildi. Taslakta ayrıca, “Kürtçenin kamusal alanda kullanımı önündeki engellerin kaldırılarak anaokulundan üniversiteye kadar eğitim dili haline getirilmesi sağlanmalıdır. Hizmet dili Kürtçe olmalı, yerleşim yerlerinin orijinal isimleri iade edilmelidir” ifadelerine yer verildi,

25.12.2010 Yeniçağ Gazetesi muhabiri Fatih ERBOZ’un haberinden

Bunları bilenler Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne kurulan 100 yıllık tuzağı fark etmektedirler.   Fark etmeyenlere  Allah akıl versin! Amin.

 

 

 

İşte Diplomasi

Adamanı biri Afrika’da safariye çıkarken yanına minik köpeğini de almış. Minik köpek; bir gün ormanda dolaşıp, kelebekleri kovalar, çiçekleri koklarken kaybolduğunu fark etmiş. Ne yapacağını düşünürken bir de bakmış ki karşıdan bir leopar geliyor ve belli ki günlük yiyeceğini arıyor. “Şimdi başım dertte” diye düşünmüş minik köpek. Etrafına bakmış, yerde kemik parçaları gömüş. Hemen arkasını leoparın geldiği yöne dönerek kemikleri kemirmeye başlamış. Bu arada da arkadaki leoparın hareketlerini kestirmeye, kontrol etmeye çalışıyormuş. Leopar tam saldırıya
geçecek zaman minik köpek kendi kendine konuşmuş. “ Ne kadar lezzetli bir leoparmış. Acaba etrafta bundan bir tane daha var mıdır ki?” diye sormuş.


         Bunu duyan leopar bir anda donmuş kalmış ve en yakındaki ağaca tırmanarak dalların arasına saklanmış. “Tam zamanında canımı kurtardım yoksa bu köpeğe yem olacaktım” diye düşünmüş,” leopar. Bütün bunlar olup biterken bir başka ağacın üstündeki bir maymun olan- ları izliyormuş. Bildiklerini kullanarak leopardan kurtulacağını düşünmüş. Leoparın yanına giderek neler olduğunu sormuş. Leopar köpeğin
yaptıklarından çok korkmuş ve köpeğe sinirlenmiş. Maymuna “Atla sırtıma gidip şunu yakalayalım “ demiş. Ancak minik köpek neler olduğunu ve leoparın sırtında maymunla birlikte yaklaştığını fark etmiş. “Şimdi ne yapacağım” diye düşünürken kaçmaya teşebbüs etmemiş. Bunun yerine yine arkasının leoparın geldiği yöne dönerek, kemikleri kemirmeye devam etmiş. Tam leopar saldıracakken “Bu aptal maymunda nerede kaldı? Yarım saat önce bir leopar daha getirsin diye gönderdim, hala haber yok” demiş minik köpek.

Leoparın üstündeki maymuna aldırış etmeden nasıl kaçtığını siz düşünün artık.

Diplomasi  böyle bir şey işte... Yapabiliyorsan; hızlı düşün, sakin ol, güçlü görün, düşmanını kendi silahı ile vur ve yen.

Necip Türk Milletine...

*“Necip Türk Milletine ve nesl-i âtiye tavsiyem şudur ki, sînesinde yetiştirerek başına geçireceği kişilerin kanındaki ve vicdânındaki cevher-i asliyeyi tahlîl etmekten bir an ferâgat etmesin”  M.Kemal ATATÜRK

*Bir korkak bir orduyu bozar

*Besle kargayı oysun gözünü.

*”Oldu üstâd-ı ma’arif bütün evlad-ı vatan

Cühelâ kalmadı şimdi ulemâdan gayrı”      Eşref Paşa

 

   Açıklaması: (Eğitimle bilgili oldu bütün vatan evladı

Şimdi âlimden başka cahil kalmadı)

El Elin Eşeğini Türkü Çağırarak Arar*

         Bir gün Nasrettin Hoca türkü çağırarak dolaşırken, Hocayla karşılaşan bir adam sHocaya sorar:
         “Hocam, bu ne hal?”
         Nasrettin Hoca gayet sakin bir halde, üzerine bakınarak:
         “Halimde ne var, Eşek arıyorum evlat” der.
         Zavallı adam aldığı cevap karşısında şaşkındır.
         “Hiç türkü söyleyerek eşek aranır mı, Hocam?” der.
          Hoca:
          “Aranır evlat, elbet aranır. El, elin eşeğini türkü çağırarak arar...”
 
 
      
       * ABD'de elin teröristini  fıkradaki gibi aramaktadır.
       
 

18 Ağustos 2011 Perşembe

Bacım Gardaşım!

Seni senden almak isteyenlerin
Tükür suratına bacım, Gardaşım
Namus ve ırzına göz dikenlerin
Tükür suratına bacım, Gardaşım
 
Yalana, hileye kanma sakın ha!
Çalış milletini çalış ıslaha
Irkına küfreden satılmış aha!
Tükür suratına bacım, Gardaşım
 
Bu ülkü senindir çabucak kavra
Girerler düşmanlar tavırdan tavra
Bayrağına kim diyorsa paçavra
Tükür suratına bacım, Gardaşım
 
Kendi benliğini inkâr edenin
Mao’ya, Lenin’e lider diyenin
Her türlü İzm’ lere boyun eğenin
Tükür suratına bacım, Gardaşım
 
Hele vicdanına danış bir kere
Sıkı tut sancağı düşürme yere
Al bayrağı çekmezlerse göndere
Tükür suratına bacım, Gardaşım
 
Unutulmaz Kırım, Kerkük, Azeri
Gelmez başımıza bundan beteri
Ayırırsa Türk’ten Kürdü, Tatarı
Tükür suratına bacım, Gardaşım
 
Bağlanmadan elin, ayağın, kolun
Gayesi ne idir Nato’da yolun
Komünist, Faşistin birde Masonun
Tükür suratına bacım, Gardaşım
 
Türk’tür Müslüman’dır Şahbaz biline
Bağlıyız biz candan Türk töresine
Türk’e dil uzatan itin leşine
Tükür ha, tükür ha, bacım Gardaşım
 
18.01.1978

"Söylesem Tesiri Yok!"

*“Sözü ve işi bir olmayan kişinin yüz dili de olsa o yine dilsiz sayılır.” Hz. Mevlana

* “Sormaz ki bilsin, sorsa bilir; bilmez ki sorsun, bilse sorar” Müthîş bir Osmanlı darb-ı meseli...

* Söylesem tesiri yok; sussam gönül razı değil. Fuzuli

* Türk soyundan gelenler, Avrupalılarla ne kadar az temas etmişlerse o kadar mükemmel ve bozulmadan kalmışlardır. Edmond Dutemple

*“Ezilen ülkeleri kurtaracak olan Atatürk’ün Kemalist ideolojisi olacaktır.” Tito

 

Zoraki Mehmet Ağa!...

        Eskiden camilerde devlet tarafından imam görevlendirilmemektedir. İşte tam bu zamanlarda Ramazan ayı yaklaştığı günlerde köy ağalarını bir telaş sarmış. Ağalar “Ramazan ayı geliyor. Allah nasip ederse oruçlarımızı tutacağız. Fakat camimizin imama ihtiyacı var bunu bizlerden başka kimse karşılayamaz.” Birlikte üç ağa köyümüze bir imam tutalım. İmamın ücretini üçümüz paylaşalım diye karar almışlar ve köylerine bir imam bulmuşlar.

        İmam iş bulmaktan dolayı sevinçli bir şekilde çocuklarıyla birlikte ailece köye gelir ve yerleşir. Ramazan ayına birkaç gün kala da görevine başlar.

        Her şey gayet güzel gitmektedir. İmam, köylüler ve ağalar son derece memnundur. Ramazan ayı gelmiş, oruçlar tutulmakta, vakit ve Teravih namazları cemaatle camide kılınmaktadır. Birkaç gün böyle geçer. Fakat bu durumdan köyün ağalarından ve imamı tutanlardan biri olan Mehmet Ağa tedirgindir. Biraz daha susmayı ve İmam’a tedirginliği ile ilgili konuyu açmamayı uygun bulur. Ama bir hafta on gün sonra artık dayanamaz ve imamla konuşmaya karar verir.

         İmamı bir namaz çıkışı yakalayarak; “ Hoca sen ne yaptığının farkında mısın?” diye sorar. İmam şaşırmıştır. Mehmet Ağa’nın neden bahsettiğini anlayamaz. Ancak “Hayırdır Mehmet Ağa ben ne yaptım ki;” der. Mehmet Ağa İmam’ı bir kenara çekerek “Bak Hocam sende biliyorsun ki seni bu köye imam olarak tutanlardan biri de benim. Fakat her namazda rükûdan doğrulurken Semih Ağa ile Hamid Ağa’nın adlarını söylüyorsun ama benim adımı bile anmıyorsun, senin bu yaptığın ayıp değil mi? Bu şekilde davranırsan benden alacağın payı veremem. Sen de işinden olursun” der.. İmam bir kez daha şaşkına döner. Ağaya bunu nasıl anlatacağını düşünürken, işsiz kaldığı, geçimini sağlayamadığı günleri hatırlar. Ağaya

ben onların ismini söylemiyorum. Semihallahülimenhamideh namaz farz olduğu günden beri var dese de Mehmet Ağa’yı inandıramaz. Birkaç gün daha böyle devam eder. Ancak Mehmet Ağa rahatsızdır hocaya tekrar hatırlatır. Hoca sonunda “Tamam Mehmet Ağa bu işi halledeceğim “der. Bir Teravih namazında rükûdan doğrulurken “Semihallahülimenhamideh, zoraki Mehmet Ağa der.

Mehmet Ağa memnun olmuştur iştahla namazını kılar. İmam huzursuzdur fakat işsiz kalmaktan kurtulmuş ve böylece bir ay da olsa ailesinin geçimini sağlamış olur.

Terörün dünü...

Sizleri bilgilendirmek amacıyla geçmişe dönük  önemli gördüğüm konuları yazmaktayım. İnşallah yararlı olur.Terör örgütünün temeli 12 Eylül öncesinde atılmıştır. 12 Eylül öncesinden haberdar olmayan şimdiki gençlik birçok konuda bilgi sahibi değildirler. Sağ- sol kavgası olarak kamuoyunu kandırma çalışmalarında emperyalistler başarılı olmuşlardır. O dönemde etnik ayrımcılığa yönelik sloganların duvarlara yazıldığını bizzat okuyarak görenlerden biriyim. Duvarlardaki yazılar “DKK, Ala Rızgari, Biji Rızgari” gibi yazılar olmakla birlikte sol görüşlüler tarafından sloganlaşan “Halklara özgürlük” ifadesi de yerini almaktaydı. Sol grup içerisinde yer alan bölücü gruplar ağırlıklı bir etkiye sahipti. Hatta o günün CHP’sinde, daha sonra SODEP’te, DSP’de etkin çalışmalarda bulunmuşlardır.  Netice itibariyle kendilerine bir zemin oluşturmuşlar ve 12 Eylül sonrasında “düşük yoğunluklu çatışma ortamına
girmişlerdir.Bu  arada müttefiklerimizin “çekiç güç” marifetiyle terör örgütüne destek verdiği kesinleşmiştir. Birçok Nato toplantısında Türkiye’nin Güney Doğusu’nu farklı  bir devlet adıyla gösteren haritalar ortaya çıkmıştır. Buna ve benzeri olaylara TSK’nın tepkisi sert olmuş, Nato subaylarımız tarafından sorgulanmaya başlanmıştır…Bütün  bunlar yaşanırken siyaset sahnesinde de12Eylül sonrasında hükümeti kuran Turgut ÖZAL’ın “benim kanımda da Kürt kanı var” ifadesiyle başlayıp, Demirel’in “Kürt  realitesini kabul ediyoruz “ sözleriyle devam etmiş, Mesut Yılmaz’ın AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer söyleriyle gelişme göstermiş, Mehmet Ağar’ın “düz  ovada siyaset yapsınlar” sözleriyle de  bölücü hareket siyasette palazlanmış, Başbakan
Tayyip Erdoğan tarafından da önce “Kürt açılımı”adı altında çalışmalara başlanmış, tepki görmesi nedeniyle “Demokratik açılıma” dönüşerek devam etmiş ve bugün  kanla beslenen terör örgütü (adını söylemek ve yazmak onun reklamı yapmak demek olacağından yazmıyorum ve
söylemiyorum)Türkiye Cumhuriyeti Devletine yol haritaları hazırlayarak meydan okumaktadır.Terör örgütünü bitirmenin yolu bütün bağlantılarının kesilmesinden geçer. Örgüte adam kazandırmak için Kürt kökenli vatandaşlarımızı tehdit etmektedirler. Halk arasından para ve ilaç toplayabilmektedirler. Bu ve benzeri konularda maalesef devlet önlem almada geç kalmıştır.Bu acıları gelecekte yaşamamak için uzmanların görüşleri doğrultusunda çalışmalara hız vermek gerekmektedir. İstihbarat bunları başında gelmektedir.Bütün bunları yazarken bir fıkra aklıma geldi. Hikaye bölümünde de onu yayınlamayı düşünüyorum.

 

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Şehidim Hakkını Helat et!…

Şanla dolu tarihimiz biz buyuz
Hakikate doğru Hakk’a doğruyuz
Vatandan bayraktan hep sorumluyuz
Şehidim hakkını helal et bize…
 

Her zaman muhtacız bir millî tana
Caniler, vampirler doyar mı kana?
Kalleşler, kalleşçe kıydılar sana
Şehidim hakkını helal et bize…
 

“İyi şeyler oluyor!” tastamam şimdi
 Hain teröristler kahraman (!) şimdi
 Ülkenin son hali pek yaman şimdi
 Şehidim hakkını helal et bize…
 

 Şehitlere şehit eklendi yine...
 İmtiyaz verildi pek çok haine
 Sahip çıkacağız senin ülküne
 Şehidim hakkını helal et bize…
 

12.12.2009

Albay Reşat Bey!

“...27 Ağustos 1922 sabahı. 57. Tümen, Sincanlı Ovası’ndan Dumlupınar’a kadar tüm
yolları tutan ve Büyük Taarruzun en stratejik noktalarından olan
Çiğiltepe’yi kuşatmış. Saat 10.30’da Mustafa Kemal telefonda:

-Reşat Bey, bu önemli tepeyi ne zaman
alacaksınız?

- Komutanım, yarım saat sonra alacağız.

- Başarılar diliyorum.

Mustafa Kemal (10.45):

-Düşmanın halen direndiğini görüyorum. Gözümüz o tepede, çok önemli.

- Komutanım tepeye düşman bir tümen yığmış direniyorlar. Ama alacağız
komutanım, mutlaka alacağız.

Mustafa Kemal (11.00):

- Reşat Bey’i istiyorum.

- Komutanım Reşat Bey size bir mesaj bırakarak intihar etti. Okuyorum: Yarım
saat zarfında bu tepeyi almak için söz verdiğim halde sözümü yapamamış
olduğumdan dolayı yaşayamam komutanım.

11.45 Başkomutanın telefonu çalar:

- Çiğiltepe alınmıştır komutanım. ”

Albay Reşat bırakın askerinin başına çuval geçirilmesini normal sayıp,
çuvalcısını misafir etmeyi, görevini 15 dakikalık gecikmeyle yerine getirmeyi
dahi üniformasına düşen leke saymış ve revolverini şakağına dayayarak ölmeyi
tercih etmişti. (27 Ağustos 1922)

 

 

Devletin asli görevi

Medyanın bildirdiğine  göre 9 yılda 942 şehit. Buna hangi akıl, hangi can dayanabilir.

Siyasetçilerimizin sıksık söylediği sözlerden biridir. "Sözün bittiği yerdeyiz" Aslında biraz düşünürsek söze gerek olmadığını anlarız. Zira "söz gümüşse sukut altındır" ifadesini kabullenip gümüş yerine niçin altını tercih etmiyoruz.  İnsan dilinin davranışla bütünleşmediği sürece etkili olmadığı herkes tarafından bilmektedir. Bu sebeple dilin söylediğinin davranış olarak bir eyleme dönüşüp dönüşmediği önemlidir. Artık söz söyleme zamanının geçtiğini ve gereğinin yapılmasının bir mecburiyet olduğunu kavramamız gerektiği inancındayım.

Bu sıkıntıları ve acıları Türk milletine yaşatmak kimsenin hakkı da haddi de değildir. Asırlar boyunca Türk milletinin hoşgörüşü sayesinde dünya yüzünde yaşayışını devam ettiren ırkların ve etnikçilerin varlığı bütün tarihçilerce  tespit edilmişdir. Türk milletinin iyi niyetini yanlış anlayanlar olmuştur, olmaktadır.  Artık Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin varlığını tehdit etme cesaretine kalkan hainlere cezalarının acilen verilmesi devletin asli görevlerindendir. Bu asli görevin aksaması, gecikmesi, yerine getirilmemesi her hangi bir bahane ile ertelenemez. Ertelendiği takdirde acıları yaşayacağımız muhakkaktır.

Bu günkü 13 şehidimizin ardından yüreğimiz kan ağlıyor. Türk milletinin başı sağolsun. Şehitlerimize Allahtan rahmet, ailesine ve yakınlarına sabırlar diliyorum.  Yüce Allah hainleri Kahhar ismi Şerifi ile kahretsin. Amin...

Askerin Mektubu

Asker kınasını yakıp elime
Salıyorsun beni gurbet eline
Bir de hıçkırığı takıp diline
Şu garip gönlünü dağlama anam!
Ardımdan bakıp ta ağlama anam!
 

 Hiç inmez bu sancak, ocaklar tüte
Bizim için vatan candan da öte
Bir dua söyle ki hasretlik bite
Şu garip gönlünü dağlama anam!
Ardımdan bakıp ta ağlama anam!
 

Bu vatan görevi kutsal mı, kutsal
Gönül durma diyor, yara haber sal
Koparsa, filizi andıran bu dal
Şu garip gönlünü dağlama anam!
Ardımdan bakıp ta ağlama anam!
 

Bu vatan, bu millet gelmesin göze
Bu bayrak, atamdan emanet bize
Şahadetle ulaştık en büyük ize
Şu garip gönlünü dağlama anam!
Ardımdan bakıp ta ağlama anam!
 

Gelse de, kanıyla nurludur naşım
Olsun başucumda bir mezar taşım
Yükselerek arşa değiyor başım
Şu garip gönlünü dağlama anam!
Ardımdan bakıp ta ağlama anam!
 

Adaleti dört bir yana salacak
Bu milletin, şehidi de olacak
Türk Devleti, sonsuza dek kalacak
Şu garip gönlünü dağlama anam!
Ardımdan bakıp ta ağlama anam!
 

Bir yaşarken, bin düşün bu vatanda
Bunu bekler senden şehit atan da
Huzur bulur, bu vatanda yatan da
Şu garip gönlünü dağlama anam!
Ardımdan bakıp ta ağlama anam!
 

26.05.1999