13 Eylül 2011 Salı

Aslına Huuu… Nesline Huuu!...*



 

       

 

 

 

 

 

 

 

          Vakti zamanında bir hükümdar, vezirlerine şöyle bir emir vermiş.
          —Tebaamdan bana Hızır Aleyhisselam’ı bulup getirecek bir kul var mıdır? Araştırılsın!..
          O gün memleketin dört bir yanına tellâllar çıkartılmış. Ancak kimsenin bu işe cesaret ettiği yok! Fakat devletin elinin erişmediği uzaklarda bir yerde pek yoksul bir ihtiyar yaşarmış. Adamcağız uzun uzun düşündükten sonra “Eğer bazı şartlar öne sürer bu işe razı olursam ahir-i ömrümde birkaç zaman bolluk ve refah yüzü görürüm. Hükümdarın tebaası olarak bizi arayıp sorduğu mu var? Hem ola ki talih yaver gider,” deyip sarayın yolunu tutmuş.
          Hükümdar ihtiyara kırk gün süre tanıyıp her türlü isteğinin yerine getirilmesini ferman buyurmuş. İhtiyar o kırk günde ne kadar fakir fukara varsa doyurmuş, yardımda bulunmuş. Kırkıncı gün sarayın adamları kapıya dayanmışlar ve “Buyur efendi gidiyoruz!” demişler. Zavallı ihtiyar, sayılı günün çok çabuk geçtiğini bilerek emre rıza göstermiş. Yolda yanlarına bir fakir derviş takılmış.
          —Ben de sizinle geleyim ve sarayı bir kez olsun göreyim, demiş. İhtiyar ve sarayın adamları buna rıza gösterip huzura varmışlar.
          Hükümdar ihtiyara bakmış; ihtiyar hükümdara bakmış. Ortada ne Hızır var, ne mazeret. Adamcağız durumu anlatacakken hükümdar ateş püskürür vaziyette en büyük vezirine sormuş:
           —Efendi söyle bu densize ne ceza verelim?
           —Hünkârım, bu adamı kırk katırın kuyruğuna bağlayıp sürütelim.
           —Aslına huuu… Nesline huuu!... Diye bir ses duyulmuş ihtiyarın yanına takılıp gelen dervişten. Sultan sesinin çıkarmamış ve ortanca vezirine sormuş:
          —Söyle bre bu herife ne yapılım?
          —Bu herifi keşkek edip leşini köpeklere yedirelim.
          —Aslına huuu… Nesline huuu!... Demiş yine fakir derviş. Hükümdar ona sert sert bakmış. Sonra aynı suali küçük vezire sormuş.
          Küçük vezirin cevabı şöyle olmuş:
          —Yüce Sultanım. Bu zavallı ihtiyar zaten ömrünün sonuna yaklaşmış. Yoksulluk ve devletin ilgisizliği yüzünden bir yalana tevessül etmiş. Kaldı ki aldığı her kuruşu fakir fukaraya dağıtmış. Affetmek büyüklük alâmetidir. Büyüklüğünüzü gösterip bağışlayıveriniz.
          —Aslına huuu… Nesline huuu!... Demiş derviş yine Padişah öfkeyle sesin geldiği yana dönerek adeta kükremiş:
           —Bre sen kim olasın ve niçin hep aynı şeyi söyleyip durmaktasın? Padişah huzurunda edep böyle mi olur?
           Derviş hükümdarı saygıyla selamlamış ve söze başlamış.
           —Haşmetlû Hünkârım! Senin büyük vezirinin babası katırcı idi, onun için ihtiyarı katırlara sürütmek istedi. Ortanca vezirin babası keşkek dükkânı işletirdi. Etin artığını da köpeklere atardı.O da babasının yaptığını uygun gördü bu ihtiyara. Şu küçük vezirine gelince; O asil bir vezir ailesinden gelmektedir ve vicdanı bu ihtiyara devlet himayesiyle mücazat etmesini gerektiriyor. Babasından da öyle görmüştü zira. Hepsinin sözleri, asıllarını ve hangi nesilden olduklarını göstermektedir. Bende o sebepten “Aslına huuu… Nesline huuu!...” diyorum.
           Padişahın merakı artmış. Hayretler içinde, bu fakir dervişin bütün bunları nereden bildiğini merak ederek sormuş:
           —Peki, derviş sen kimsin?
—Ya sen, bu gün kimi bekliyordun Hünkârım?
Sonra da önce küçük veziri ardından da kendisini işaret ederek,
-İşte vezir, işte Hızır!...
Deyip ortadan kayboluvermiş.
          
*Bu sözün manası “Aslını da Allah’a havale ettim, neslini de! Demektir. Böyle bir temenni iyiler için dua; kötüler için ise bedduadır olmaktadır.
 
 

* İskender Pala’nın “İki Dirhem Bir Çekirdek” adlı kitabından
 

Hiç yorum yok: