6 Ağustos 2011 Cumartesi

AHMET RÜSTEM BEY

         Osmanlı’nın Amerika’daki son büyük elçisi Ahmet Rüstem Bey, Sadettin Nihat Paşa’nın (Polonyalı Bilinski’nin) oğlu Alfred olarak 1862’de Midilli’de doğmuştur. Babası gibi Müslümanlığı kabul etmiş ve Ahmet Rüstem adını almıştır.
         Ahmet Rüstem Bey, Beyaz Saray’ı ziyaretinde, yerde serili ay yıldızlı halıyı görmüş ve kıyameti koparmıştır:
       “Bu yere serdiğiniz ve çiğnenmesini istediğiniz halı, benim memleketimin şerefidir. Üzerinde hem dini inancımız hem de şehitlerimizin al kanı var. Onun yeri, ayakların altı değil, ellerin erişemeyeceği yükseklerdir. Bu halı buradan kaldırılana kadar sarayınıza adım atmam mümkün olmayacaktır.”
        Ahmet Rüstem Bey’in kâtiplikten büyük elçiliğe uzanan diplomatik hayatındaki çıkışı sadece bu da değildir. Bu ve buna benzer çıkışlarında o, sadece vatanseverliğin değil, aynı zamanda cihanşümulluğun da en güzel örneklerini vermiştir.
        Rüstem Bey Osmanlı’ya yapılan haksızlıklar karşısında ilk çıkışını, Eweninğ Star’da müthiş bir beyanatla yapmıştı. Ve demişti ki:
       “Cezayirlileri mağaraya doldurup dumanla boğanlar, Hint isyanında insanların ağızlarına barut koyup ateşleyenler, Yahudileri fırınlarda yakanlar, Filipinlileri su işkencesi ile katledenler ve zencileri linç ederler, Kızılderilileri yok edenler batılı değil mi? Bütün bu barbarlıklar Osmanlı’nın yaptığı iddia edilenlerden daha mı azdır?”
        Ahmet Rüstem Bey’in bu çıkışı, hem Başkan Wilson’u hem de hükümetini kızdırmış, Amerika ile Osmanlı münasebetlerini kopma noktasına getirmişti. Başkan, Dışişlerine talimat vererek, gazetede yayınlanan sözlerin kendisine ait olmadığını bizzat Rüstem Bey tarafından özürle açıklamasını ister. Fakat Rüstem Bey, “özür” yerine, bu defa adeta “muhtıra” verecek ve diyecektir ki:
       “Benim Amerikan hücumlarına karşı memleketimi koruduğum açıktır. Ben vatanıma, Amerika Birleşik Devletleri’ne ve nihayet insanlığa karşı manevi vazifelerimi tamamıyla yapmış olduğuma vicdanen müsterih bulunuyorum.”
         Bununla beraber karar iletilir ve denir ki:
       “Beyanatınız ve yazılarınız için pişmanlığınızı ifade ederseniz, başkanlığımız bunları görmemezlikten gelmeye mütemayildir.”  Ancak Cevap bir hayli serttir:
       “Hükümetimden benim mezuniyetimin bağışlanmasını istemek, mecburiyet haline gelmiştir. İstanbul’a 15 gün içinde dönecek, ama söylediklerimden asla dönmeyeceğim!”
         Sadrazam Sait Halim Paşa’ya çektiği 9 Ekim 1914 tarihli telgrafında kullandığı bu cümle Amerika’daki diplomatik mücadelenin ne denli mühim olduğunu ortaya koymaktadır.
       “25 Ekim’de İstanbul’da olacağım. Şayet o tarihe kadar benden bir haber alınmazsa, akıbetimi araştırınız” diye telgraf çeker.
       (Türk Dünyası Tarih Dergisi)

Hiç yorum yok: